osmanlı devleti dönemine ait sanat dalları

Osmanlı, ekonomi ve sanatta en güçlü dönemine bu asırda ulaşır. Kumaşların ve desenlerin en zengini bu devirde dokunmuştur. Lale, karanfil, sümbül, çınar yaprakları, bahar dalları, nar çiçekleri ve narlar, kıvrık dallar arasında hançer yaprakları XVI. yüzyılın en çok sevilen ve sık kullanılan motifleridir. AzeriEdebiyatına Ait Tetkikler (1926) Milli Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri ve Divan-ı Türk-i Basit (1928) Türk Saz Şairleri Antolojisi (1930-1940, üç cilt) Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar (1934) Anadolu'da Türk Dili ve Edebiyatı'nın Tekamülüne Bir Bakış (1934) Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu (1959) Batı'daki hızlı sanayileşme dönemine giriş, Avrupa ülkelerinin sanat anlayışlarının da değişmesine neden olmaktadır. Özellikle dinin ve kilisenin sanat dalları üzerindeki etkisinin yoğunluğunun dağılmaya başladığı bir süreç yaşanmaktadır. Osmanlı'da da sanat ve din arasında benzer bir ilişki vardır. Kayseri‟ye ait 84 ve 138 numaralı Kadı Sicilleri‟nde ve BaĢbakanlık ArĢiv Genel Müdürlüğü‟ne bağlı Osmanlı ArĢivi Daire BaĢkanlığı‟nda mevcut Cevdet-Evkâf tasnifinde bulunmaktadır. 84 nolu Kayseri Kadı Sicili H. 1087-M. 1676 tarihli olup, bu defterde kayıtlı beĢ belge bulunmaktadır. HakanKaya, Osmanlı Devleti'nde Bir Nakşibendi Şeyhi: Aziz Mahmud Urmevi adlı çalışmasıyla İmparatorluğun doğusunda güç ve nüfuz sahibi olmuş önemli bir tarihi kişiliğe yoğunlaşarak merkez-taşra ilişkisine dair kayda değer analizler yapıyor. 16 yüzyılda Osmanlı ve Safevi devletleri arasındaki savaşlar sonrasında nama usaha yang dilakukan oleh seseorang dalam gambar adalah. Bosna’dan Yemen’e, Kafkasya’dan Kırım’a kadar çok farklı coğrafyalara hükmeden Osmanlı Devleti, insanların yeteneklerini kullanabilmelerini sağlamak amacıyla güvenli bir ortam oluşturmuştur. Bu güvenli ortamda şehirler; mimarisiyle, zanaat, sanat ve kültür faaliyetleriyle birer yaşam merkezi hâline kuruluş devrinden itibaren İznik, Bursa, Edirne ve İstanbul, Osmanlı sanat ve mimarisinin beşiği olmuştur. Günümüze kadar ulaşan müzeleri, sarayları, koleksiyonları, kütüphaneleri ve camileri dolduran tezhip, çini, minyatür, halı, kilim, kumaşlar ve binlerce cilt yazma eser vardır. Bu eserler, Anadolu ve çevresinde gelişen Türk el sanatlarına ait zengin bir milletin kültürel kişiliğinin en canlı ve anlamlı belgeleri niteliğinde olan el sanatları, Osmanlı Devleti’nde büyük gelişme göstermiştir. Özellikle ahşap ve taş işlemeciliği, dokumacılık, çinicilik ve hat sanatları yeni bir ifade ve anlatım zenginliği kazanmıştır. Bu dalların her biri kendi içinde ustalık alanları, kullanılan gereç veya üretilen üründen adını alan gruplara ayrılmıştır. Nakkaşlar, kuyumcular, kâtipler, ciltçiler, çiniciler, kumaş dokuyucuları, maden işi yapan kazgancılar, ahşap işleriyle uğraşan kündekârlardan oluşan bu sanat ve zanaat grupları, kendi içlerinde birer eğitim kurumu gibi çalışmıştır. Bu meslek gruplarının ustaları, Ahilik teşkilatına bağlı olarak loncalar oluşturmuş ve “esnaf şeyhleri” tarafından yönetilmiştir. Ahi terbiyesiyle yetişen Osmanlı sanatkârlarının hile ve aldatmaca bilmediği, bu yola başvuranların ise şiddetle cezalandırıldığı yüzyıldan kalma dokuma örneği BursaDokumacılık, Osmanlı Devleti’nde gerek artan nüfusun gerekse sarayın ve ordunun ihtiyaçlarına cevap verebilmek için hızlı bir şekilde gelişmiştir. Dokuma sanayinin geliştiği Bursa’da; yünlü kumaşların, ipekli dibaların ve her cins kadifenin dokunduğu bilinmektedir. Dokumacılıkta oldukça ileri gitmiş olan Çin bile Bursa’dan kumaş satın almıştır. Yine bu dönemde Macaristan, İtalya, Polonya ve Balkan ülkelerinin pazarlarında Bursa kumaşları satılmıştır. Bursa kumaşlarının üstünlüğü, malzemesinin zenginliği ve desenlerinin güzelliğinden kaynaklanmıştır. Osmanlı şehirlerine, yabancı ülkelerden boyanmak için kumaşlar gönderilmiştir. Ayrıca Türk alı ve çini mavisi gibi renklerin usullerini öğrenmek için Osmanlı şehirlerine Fransa’dan heyetler işlemeciliği, Osmanlılar Devri’nde daha ziyade geometrik yıldız motifleri ile fildişi ve sedef kaplamalı olarak yapılmıştır. Süslemelerde yazı hemen hemen hiç görülmeyecek şekildedir. I. Ahmet’in sedef kaplamalı firuze, yakut ve zümrüt taşlarıyla süslü tahtı başta olmak üzere Kur’an mahfazaları, rahleler ve minberler gibi nadide eserler dünya müzelerinin en kıymetli koleksiyonları arasında yer Cami Mihrabı İznikÇini sanatında Selçuklu Dönemi’nin ardından, Osmanlıların İznik’te bir çini merkezi kurmasına kadar duraklama yaşanmıştır. Osmanlı Dönemi’nde İznik ve Kütahya’dan sonra Bursa, Edirne ve İstanbul da önemli çini merkezleri olmuştur. XV ve XVI. yüzyıllarda mimari ile kaynaşan çini süslemelerinin en güzel örnekleri; İznik Yeşil Camii, Topkapı Sarayı Çinili Köşk, Bursa Yeşil Camii ve Yeşil Türbe’dir. Osmanlı Dönemi’ndeki çinilerde, Selçuklulara nazaran renklerde de artış olmuştur. Bu dönemde yeşil, mavi ve siyah ile beyaz, sarı ve fıstıki yeşil kullanılmaya başlamıştır. Rüstem Paşa Camii ve Türbesi’ndeki çinilerde kırk bir çeşit lale motifi kullanılmıştır. Günümüzde çini sanatı Kütahya’da süsleme sanatı, XV. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde hızla gelişme göstermiştir. İlk dönem Osmanlı mimarisinde taş işlemeciliği, daha çok yapıların dış kısmında uygulanmıştır. Bu uygulamaların ilk örnekleri Bursa Yeşil Camii yüzey süslemesinde ve Edirne Eski Camii minberinde görülmüştür. Mimari anıtlarda ve mezar taşlarında kullanılan ve yapıldığı yörenin özelliklerini gösteren motifler, gündelik eşyalarda da kullanılmıştır. Mezar taşlarında bir gelenek olarak kadın, çocuk, erkek ve meslek başlıkları yapılmış ve bu başlıklar ölenin sosyal durumu ile o dönemin kıyafetleri hakkında bilgi yazıyı estetik ölçülere bağlı kalarak güzel bir şekilde yazma sanatıdır. İslamiyet’te dinî yapılarda resim bulunması uygun görülmediği için bunun yerini yazı sanatı olan hat almıştır. Hat sanatı, zamanla mimari dekorların başlıca zenginliği ve bütün dekoratif sanatların da önemli bir unsuru hâline gelmiştir. XV. yüzyılda Amasyalı Şeyh Hamdullah, “Hattatların Kıblesi” adını almış ve o zamanki İslam dünyasındaki bütün hattatların üstadı Hamdullah hattıyla yazılmış Kur’an-ı Kerim sayfasıSultan II. Bayezid, yazı yazarken onun hokkasını tutacak kadar Şeyh Hamdullah’a saygı göstermiştir. Şeyh Hamdullah’tan sonra Ali Bin Yahya Sofi, Karahisarlı Ahmet, Hafız Osman gibi hattatlar yetişmiştir. Osmanlı Devleti Dönemi’ne ait aşağıda yer alan eserlerin hangi sanat dallarına ait olduğunu araştırarak altlarına yazınız. sorusunun cevabını kısaca yazdık. 7. sınıf Sosyal Bİlgiler kitabı sayfa 81 Etkinlik Zamanı OYMAB. Yukarıdaki örneklerin dışında Osmanlı Devleti Dönemi’ne ait sanat dallarını araştırarak bu sanat dallarına örnekler işleme sanatı, keçecilik, mermercilik, çölekçilikC. Yaşadığınız yerde Osmanlı Devleti Dönemi’nde yapılmış mimari eserler varsa bunların isimlerini aşağıya yazınız. Yoksa ismini bildiğiniz eserleri Camii, Paşa Medresesi, Paşa Sarayı, AğrıSeddülbahir Kalesi, Köprüsü, Bosna-Hersek Osmanlılar Dönemi Türk Sanatı Oğuz boylarının Kayı boyuna mensup olan Türkler, 12299’da Söğüt’te Osmanlı devletini kurdular. Zamanla, çağının en kudretli imparatorluğu haline gelen bu siyasi teşekkül zamanında, Türk Sanatı da evrensel bir sanat olarak Dünya Sanat Tarihi’ndeki seçkin yerini aldı. 1. Mimarî Osmanlı Mimarları, geçmiş devirlerdeki Türk mimari ekollerinden farklı olarak mimaride, sadeliği ve mimarinin kendisinden doğan güzelliği tercih ettiler. Yapıların üstünü örtme konusunda özellikle kubbeyi uyguladılar. Düğer örtü sistemleri ikinci plânda kaldı. Osmanlı mimarisinde son derece çeşitlilik arz eden mimari tipler, o zamana kadar ulaşan mimari form ve plân anlayışını geliştirerek, geleneksel mimarideki birçok sorunu başarı ile çözdüler. Osmanlılar, Türk dünyasının her tarafından getirttikleri mimarlara yaptırdıkları binalarda bütünüyle Türk karakterini yaşatmışlardır. Selçuk ve beylikler devirlerinde yapılan binalarla ve özellikle Karaman Beyliği eserleriyle, Osmanlılar devrindekiler karşılaştırılacak olursa, bu gerçek daha açık bir biçimde ortaya çıkar. Osmanlılar dönemi Türk mimarisinin zaman ve üslûp açısından geçirdiği safhalar, başlıca altı devre veya üslûba ayrılır a Bursa Üslûbu veya Erken Devir 1335-1501 Camiler İznik ve Bursa gibi şehirlerde yapılan binalardan, İstanbul’da Beyazıt Camii’nin inşasına kadar olan zamanı içine alır. Bu üslûptaki binalar, Türkistan ve Selçuk binalarını andıran ve Selçuklular’da devam eden şekillerdir. Kubbeler doğrudan doğruya köşe bingileri üzerine oturtulmuş ve sütun yerine ayaklar kullanılmıştır. Bu ilk devirde yapılmış binalarda, Küçük Asya’daki Türk anıtlarında uygulanan programın ve planın dikkate değer bir değişikliğe uğradığını görüyoruz. Çok kemer gözlü cami planı basitleştirilmiştir. Büyük alanları, yan yana getirilmiş küçük kubbelerle örtme imkanı veren haç şeklindeki plan genelleşmeye başlamıştır. Her türlü gereksiz motiflerden sıyrılan süsleme sanatının, daha zengin fakat, hem sade ve hem de açık hale geldiğini görüyoruz. Medreseler İlk dönem Osmanlı mimarlığının önemli bir grubunu oluşturan medreselerin çoğu, günümüze ulaşmamıştır. Bu yapılarda, Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemlerinin kapalı medreseler planını sürdüren örnek çok azdır. Buna karşılık ortası revaklı açık avlulu, Güney’de dershane-mescit işlevinde kubbeli ana eyvan, yanlarda kubbeli odaların yer aldığı şema yaygın biçimde uygulanmıştır. Genellikle külliyeler içinde yer alan veya bağımsız örneklerin yanında, büyük camilerin avlu revakları ardına eklenmiş odalardan meydana gelen medreseler de vardır. Türbeler XIV. yy.’da, kare veya çok köşeli plan yaygın olarak kullanılmış, konik külahın yerini kubbe almıştır. Kare planlı, dört sütun ya da ayağa oturan kubbeyle örtülü, yanları açık mezarlar da vardır. Selçuklularda mezar yapıları, dışa kapalı olmalarına karşılık, Osmanlılarda gövde ve kubbe kasnağındaki pencerelerle dışa açılmıştır. Yapıların bir bölümüne, revaklı bir giriş eklenmiştir. Taş bezeme, gövdeye ve iç duvarlara yayılmıştır. Kervansaraylar ve Hanlar Anadolu Selçukluları’nın geliştirdiği kervansaray ve hanların yapımı, Osmanlı döneminde de sürdü. Bu yapılarda revakla çevrili kare ya da kareye yakın avlulu, birkaç sahınlı Selçuklu şeması uygulandı. Ancak, şehir hanlarında kapalı mekanlar, düzgün dörtgen planlarını yitirmiş, alana uydurulmuştur. Bu dönemde iki katlı hanlar da uygulanmıştır. Dönemin han mimarlığında kale görünümünden uzaklaşılmış, yalınlık egemen olmuştur. Osmanlıların Bursa’yı almalarından sonra han mimarisinde görülen gelişme, Edirne ve İstanbul hanlarıyla XIX. yy.’ın sonuna kadar sürmüştür. b Klasik Üslûp veya Yüksek Devir 1501-1703 Camiler Üç Şerefeli veya Beyazıt Camisi’nin inşasından, Sultan III. Ahmet zamanına kadar ki devirdir. Yapılardaki plan daha geniş ve olgundur. Kubbeler kasnak üzerine oturtulmuş, mukarnaslı ve baklava dilimli sütunlar kullanılmıştır. Kubbeleri tutan kemerler, büyük sütunlara dayandırılmış ve oranlar güzelleştirilmiştir. Bu üslûbun en önemli özelliklerinden biri de, yarım kubbelerle yarım kubbelerle cami sahınına büyük bir genişlik verilmesidir. Minareler daha uyumlu bir şekil almış ve cümle kapıları Selçuklulardaki gibi, iki tarafı oyuk hücreli büyük taçkapılarla süslenmiştir. Bu dönemin en büyük özelliklerinden bir diğeri, Mimar Sinan gibi büyük bir sanatçının, yaptığı binalarla Türk mimarisini, Dünya Sanatı Tarihi içindeki seçkin yerini aldırması olmuştur. Sinan, bütün mimarî unsurları rasyonel bir şekilde kullanırdı. Ona göre bir kemer, bir kubbe veya bir sütun, yalnız bir yapı elemanı olarak kalmamalı, aynı zamanda, teknik görevini gizleyecek bir süsleme unsuru da olmalıydı. Bu endişe, eserlerinin bütün kısımlarında görülür. Büyük duvar ve pilpaye filayağı kitleleri, büyük bir kubbe çevresindeki yarım kubbeleri, teknik bir kombinezondan çok, bir süsleme düzeni izlenimi vermektedir. Sonsuz bir çeşitliliğe sahip kare, altıgen veya sekizgen planlarıyla, yaptığı binaların içine, şaşılacak bir genişlik ve ihtişamlı bir zenginlik vermesini bilirdi. Planları, sade olduğu halde, dahice bir görünüşün ürünüdür; teknik zorunlulukla kusursuz bir şekilde kaynaşır. Tesadüfe yer vermeyen bütün yapı unsurları, harikulade bir şekilde birbirlerine bağlanır ve birbiriyle anlaşır. Merkezî kubbeye, gök kubbe gibi sınırsız bir enginlik verip, kubbe altında meydana gelen büyük alanı çevreleyen bir bütünlük oluştururdu. Onun eserlerinde, hiç bir duvar kitlesi, hiç bir pilpaye, ağırlığı ile gözü yormaz, her şey hafif görünür. Boş ve dolu kısımlar arasındaki oranların ahengini, harikulade bir şekilde tasarlar, en küçük bir oransızlığa tahammül edemezdi. Mimar Sinan’ın ve dolayısıyla bu dönemin en önemli eserleri Şehzade Camii, Süleymaniye Camii ve dünyanın sayılı eserleri arasında yer alan Edirne Selimiye Camii’dir. Medreseler Özellikle büyük selatin külliyelerinin medreseleri, bu alanda yetkin örneklerdir. Bu dönemde de genellikle, Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemlerinde uygulanan klasik şemalara bağlı kalınmıştır; ancak, ana eyvan büyük kubbeli oda biçimindedir. Aynı avluyu paylaşan cami-medrese planı da yaygındır. Dönemin medrese mimarisi de Mimar Sinan’ın damgasını taşır. Türbeler Türbe mimarisinde, bu dönemde de, kare veya çok köşeli, kubbeli planlar yaygındır. Kimi örneklerde yapıya revaklı bir giriş eklenmiştir. Ayrıca, yanları açık türbelere de rastlanmaktadır. Kervansaraylar ve Hanlar Klasik Osmanlı mimarlığının ana özellikleri olan işlevsellik ve yalınlık, kervansaraylar ve hanlarda da göze çarpar; genellikle Selçuklu dönemi şemalarını sürdüren bu yapılarda, değişik sayıda sahınlardan oluşan dikdörtgen planlı kapalı mekan ve avlular, alana göre değişik biçimler almıştır. Ayrıca ticaret merkezlerinde, büyük şehirlerde, birkaç katlı, dış cephelerde dükkanların yer aldığı hanlar inşa edilmiştir. İki katlı, tek avlulu şehir hanlarına, İstanbul Büyük çorapçı Hanı Kurşunlu Han, Leblebici Han örnek olarak verilebilir. c Lâle Üslûbu veya Lâle Devri 1703-1730 Devrin çiçek merakı, mimariye de etki etmiş, mimari şekiller ve hatlarda, çiçek ve bitki kıvrımları gibi eğri şekillere doğru gidilmiş ve klasik üslûbun ağırbaşlı şekillerinden uzaklaşılmıştır. Klasik dönemin son eseri olan Yeni Cami’den sonra, Osmanlı klasik mimarisi son bulur ve artık tekrarlanmaz. Cami yapımı da durur. Lâle Devri’nin kasırları, köşkleri, özellikle Kâğıthane Kasırları, Patrona Halil isyanıyla yakılıp yıkılmıştır. Bu bakımdan sivil mimariden örnek olarak bugüne pek bir şey kalmamıştır. Bu dönemin en karakteristik yapıları, küçük kubbeli ve geniş saçaklı çatılarla örtülü, zengin cephe süslemeli, bazen dört köşeli, bazen de altı köşeli aynı zamanda sebil olan çeşmelerdir. Bunların en ünlüleri Sultan Çeşmesi 1729, Azapkapı Çeşmesi1733, Üsküdar Çeşmesi1732 ve Tohane Çeşmesi 1732’dir. d Barok Üslûbu 1730-1808 Onsekizinci yüzyılın ilk yirmi beş yılında, Avrupa ile ilişkiler Fransa’dan getirilen eşya ve Anadolu’yu görmeye gelen sanatçılar, Türklerin zevklerinde büyük değişikliğe sebep oldu. O zamana kadar, Avrupa’daki Rönesans hareketinden uzak kalmış olan Türk sanatı bundan etkilenmeğe başladı. Binalarda ve sanat eşyalarında, birtakım Rönesans şekilleri ve motifleri görülmeğe başladı. Klasik şekillerden uzaklaşıldı; hem mukarnaslar ve Mimar Sinan okulunun alışılmış şekilleri, ham de Lâle motifleri terk edilerek sanata Barok bir üslûp hakim oldu. Fakat bu üslûp Batı barok’undan farklıydı. Türk sanatçıları bu üslûbu kendilerine göre yorumlamışlardı. Bu üslûp, XIX. yy.’ın sonuna kadar devam etti. Osmanlı mimarisi karakterini değiştirdi. Avrupa’daki sanat hareketlerini izleyen Simon, Komianos Kör Yani gibi İtalyan, Yunan ve Ermeni mimarlar, klasik okulun eski ustalarının yerini almışlardı e Ampir Üslûp 1808-1874 Fransa ve Almanya’daki Ampir üslûbundan oldukça farklı olan bu üslubun, Türklere has bir karakteri vardır ve Avrupa Ampir üslûbunda kullanılan stilize edilmiş hayvan figürleri Türk Ampir üslûbunda hiç bir zaman kullanılmamıştır. Sultan II. Mahmut Türbesi, Cevrî Kalfa Okulu, Topkapı Sarayı’ndaki bir kaç pavyon hep bu üslûpla yapılmıştır. Fakat, Ortaköy Camii ile 1853 yılında Ermeni mimar Karabet Bal- yan tarafından yapılan Dolmabahçe Sarayı, Barok ve Ampir karışımım bir üslûpla inşa edilmiştir. f Yeni Klasik Üslûp 1874-1930 1861 yılında padişah olan Sultan Abdülaziz zamanında, mimarlık sanatı tam bir çöküntü görünümünde idi. O zamanlar itibarda olan Rum ve Ermeni mimarları, acayip ve Türk sanatına tamamen yabancı bir takım binalar yapmaktaydılar. Her yerde hiç bir üslûbu olmayan, zevksiz ve kaba yapılar yükselmekteydi. Gotik ve Barok karışımı bir üslûpla, Korent tarzı sütunlarla camiler, acayip süs motifleri olan çeşmeler, Avrupa mimari eserlerinden koya edilmiş süs motifleri görülmekteydi. Kısacası, Yunan sanatından Hint sanatına kadar gelmiş geçmiş bütün üslûplar, bu eserlerde birbirine yılında İstanbul’da Aksaray’da yapılan Valide Camii, bu tarzda bir eserdir. Bu karışık üslûpta eserlerden ve fanteziden gözleri rahatsız olan birkaç mimar, o güne kadar modası geçmiş sayılan o hayran olunacak eserlere döndüler. O devrin kültüründe kendini göstermeye başlayan milliyetçi hareket, mimari ile de birleşti. Mimarların düşüncesine göre, Türk sanatında bir rönesans yaratmak için, eski ustalar tarafından yapılmış olan eserleri örnek almak yeterdi. Yeni klasik üslûp, işte böyle doğmuş oldu. Almanya’da mimari öğrenimini yapmış olan Mimar Kemalettin ile, Paris’de okumuş olan Mimar Vedat klasik devrin eserlerinden ilham alan binalar yaptılar. Betonarme inşaat, düz yüzeyler kullanılmasını emrettiği halde, mimarlar hiç bir mimari zorunluluğa dayanmayan kemerlerle, kubbelerle,bina yapmaktaydılar. Bu eserler modern millî bir üslûbun ifadesi olmaktan uzaktı. Aksine bu unsurlar, bir yapı zorunluluğu yüzünden değil de, daha çok eski abideleri taklit endişesi yüzünden kullanılmakla, rasyonel olmayan, karışık bir mimari meydana getirilmiş oldu. 2. Çini sanatı Selçuklu çini sanatında önemli bir gelişme gösteren mozaik çini tekniği, Osmanlı dev- rinde etkisini kaybeder. Osmanlı sanatında, özellikle renkli sırların, motifi oluşturmak için kullanıldığı çok renkli sır tekniği, erken Osmanlı devrinde mükemmel örneklerini verir. Renkli sır tekniği, XVI. yy.’a kadar önemini korumuştur. Bu teknikte özellikle tatlı bir sarı ve yeşil ayırt edici renklerdir. XVI. yy.’ın ortalarından itibaren Osmanlı çini sanatına, sır altı tekniği hakim olur. Şeffaf sırın altına uygulanan natüralist çiçekler ve hatayî grubu süslemelerin hakim olduğu dönemin en önemli özelliklerinden biri de, Anadolu’da minaî tekniğinde ilk denemeleri yapılan kırmızı rengin “kabarık mercan kırmızısı” olarak sır altına uygulanmasıdır. Firûze, koyu yeşil, mavi , lacivert, beyaz ve siyah gibi renklerin kullanıldığı bu muhteşem üslûp, XVI. yy.’ın sonlarından itibaren bozulmaya başlar. Kırmızı renk, zamanla kahverengiye dönüşür ve ortadan kalkar. İznik’de yapılan çinilerin, çok iyi bir hamuru ve çok sağlam bir cilası vardı. Hemen bütün İstanbul camileri, renklerinin ve motiflerinin güzelliğiyle bu çinilerle süslenmişti. İznik atölyeleri XVII. yy.’a kadar çalıştı. Bu devirden sonra eski usüller tamamiyle unutuldu. Yapılan döşemeler fırında eğriliyor ve pişirme sırasında renkler şeffaflığını kaybediyordu. Osmanlı Türkleri’nce kullanılan renkler ve sırlar incelenince, bunarın sevdikleri kırmızı renklerin, Asurlularda olduğu gibi bir demir oksit karışımı olmayıp, iyice dövülmüş silisin kırmızı bir toprakla karıştırılıp, pekmez ile ıslatılmasından elde edildiği anlaşılmıştır. İlk Bursa çinileri ince bir kaolen tabakayla kaplıydı; çünkü, kullanılan toprak iyi çini yapmak için gerekli vasıflara sahipti. Sonradan bölmeli diyebileceğimiz çiniler yapıldı. Bu metoda göre, çini plaklar üstüne bir cila ile çizgi ya da işaretler çizilip, önceden pişiriliyordu. Pişirmeden sonra da, bilmeler renkle doldurulup tekrar pişirme işlemine tabi tutuluyordu. Osmanlı devrinin en önemli çini atölyeleri İznik ve Kütahya’da bulunuyordu. Başlangıçtan XVI. yy.’ın ortalarına kadar İznik önemli bir merkez iken sonraları yerini Kütahya’ya bırakmıştır. Kütahya çinileri, açık ve koyu mavi, yeşil ve beyaz renkli, mukarnas şeklindeki çinilerdir. 3. Minyatür Nakş adı verilen bu resimler bazen duvarları ve tavanları süslemekte de kullanılırdı. El yazmalarına ait resimler genellikle, ayrı bir kâğıt yapılıp kitabın boş sayfasına yapıştırılırdı. Doğrudan doğruya kitabın kâğıdı üstüne yapılmış olanları da vardır. Son derece hassas ve melankolik olan Türk ressamları, güzeli batılı ressamlardan son derece farklı bir şekilde anlarlardı. Tabiatı en küçük ayrıntılarına kadar taklit etmekle beraber, şekilleri idealleştirirlerdi. Minyatürlerde gülen figürlere hemen hemen hiç rastlanmaz. Bir tablodaki kişiler, daha çok, bir hayal aleminde gibi görünür. Osmanlı ressamları, Selçuklu ve İranlı ressamların kullandıkları tekniği devam ettirmişlerdi. Resim yapacakları kâğıdı, üstüne zamkı arabî içinde eritilip karıştırılmış beyaz üstübeç tabakası sürerek hazırlarlardı. Bazen, bu tabakanın üstünden ince altın bir yaldız tabakası geçirilir, boya da bu tabakanın üstüne sürülürdü Yaldız, renklere parlaklık ve saydamlık verirdi. 4. Tezhip Kitapları süsleme, Osmanlılarda pek gelişmiş bir sanattı. Hattatlar tarafından yazılan el yazmaları, tezhipçilere müzehhipler verilir; bunlar her sayfayı yaldızlı çizgilerle çerçeveler, sayfa kenarlarını altın süs motifleriyle süslerlerdi. Bu çalışmanın, işçiliğin adı altınlamak anlamına gelen tezhip idi. Tezhipçiler, aynı zamanda birer minyatür ressamıydılar. Tezhipler çoğu zaman, devrin üslûbuna göre yapılırdı. Bu tezhiplerde kullanılan süs motiflerine bakarak, Klasik devrin, Lâle Devri veya Barok Devri’nin eserleri kolayca ayırt edilir. Sanatın en yüksek noktasına vardığı Klasik Devirdeki tezhipler, devrin zevkine tamamıyla uygun bir şekilde yapılmıştır. Stilize edilmiş hayvan şekilleri, kıvrık dallar ve geometrik motifler, süslemenin özünü teşkil ediyordu. Lâle Devri’nde tezhibin görünüşü de değişti. Soyut şekillerin yerini, çiçek motifleri aldı ve bu motifler daha az ağırbaşlı hale geldi. Bu değişiklik Sultan III. Ahmet devrinde XVIII. yy. başı daha belirli olarak görülür. Bu dönemin ardından Barok Devri geldi ve süslemeye Batı motifleri hakim olmaya başladı. Böylelikle, tezhiplerde Rönesans motiflerinin ortaya çıktığını görüyoruz. Yapraklar dolama haline gelip, kabalaşıyor. Kenar suları, seri olarak tekrarlanan birbirine benzer motiflerden meydana geliyor. VIP Never Say Never Agaın Güzel San'atlar, mîmârî, çinicilik, minyatür sahalarinda muhtesem, nâdide eserler verildi. Mîmarlik sahasinda, kendine has, estetik mâhiyette sanat eserleri yapildi. Bunu sivil, askerî, dînî, mülkî, adlî, sosyal ve kültürel eserlerde en güzel sekilde basta İstanbul olmak üzere, memleketin her tarafinda görmek mümkündür. Topkapi, Yildiz, Çiragan, Göksu Kasri, Dolmabahçe, Beylerbeyi saraylari, Selimiye Kislasi, Kuleli Askerî Lisesi, Anadolu ve Rumeli Hisarlari, Bursa Yesil, Ulu câmileri, Edirne'deki Selimiye Câmii, İstanbul'daki Fâtih, Mahmûd Pasa, Süleymâniye, Sehzâdebasi, Sultanahmed, Nûruosmâniye, Vâlide Sultan; Manisa'da Murâdiye, Hâtuniye câmileri; Mahmûdpasa, Sultan Süleyman, Sultanahmed, Fuadpasa, Mahmud Sevket Pasa, Hürrem Sultan, Naksidil Sultan türbeleri; Nilüfer Hâtun İmâreti, Kapaliçarsi, Sultanahmed Çesmesi, Mîmar Sinân Sebili, Fâtih, Süleymâniye medreseleri, Haseki, Gureba Hastâneleri Osmanli mîmârî eserlerinin nümûneleridir. Çinicilik; dekoratif sekiller olup yaygin olarak câmilerde, saraylarda ve diger eserlerde kullanildi. Minyatür; nakkaslar tarafindan kâgit, duvar, tahta ve tasa zarif sekilde islenirdi. Kat'i denilen kâgit oymaciligi sanati da vardi. Hat; güzel yazi sanati olup, yazarlarina hattat denir Kûfî, Sülüs, Nesih, Muhakkak, Reyhânî, Tevkî', İcâze, Ta'lik, Divânî, Celi, Rik'a, Ma'kili dâhil, bin kadar çesidi vardi. Halicilik, kumasçilik, dericilik, ciltçilik, kitapçilik, tezhipçilik, porselencilik, kehribarcilik, mürekkepçilik, mobilya, sandalcilik da ayri birer sanat dali olarak, her sahada eserler verildi. Ahlâk; Osmanli idâresinde İslâm ahlâki hâkimdi. Pâdisâhin sarayinda İslâm ahlâki en güzel sekliyle yasanir, buradan halka yayilirdi. Enderunda yetistirilerek tasra çikarilan beyler ve askerler bir taraftan haremde yetistirilerek üstün ahlâk sâhibi kimselerle evlendirilen câriyeler, güzel ahlâkin çevreye yayilmasinda baslica âmil oldular. Memlekette umûmî kâideler dâhil gayri müslimler hâriç herkes İslâm ahlâkina ve örfe uymak mecburiyetindeydi. Vatanseverlik, Osmanlilik suuru, vakâr, büyüge hürmet, küçüge sefkât, vefâ ve sadâkat, hayirseverlik, cömertlik, merhamet ve müsâmaha, tevekkül, nâmus, temizlik, hayvan ve bitki sevgisi, his, kiymet ve idealleri basligi altinda toplanabilen ahlâk ölçülerine riâyet edilirdi. Güzel ahlâk, kiymet ölçüleri sâyesinde memleket emniyet ve huzur içinde olup, tam bir kardeslik havasi hâkimdi. Osmanli ahlâkini gören devrin sefir ve seyyahlari yazdiklari eserlerde gibtayla bahsetmekte ve okuyanlari imrendirmektedirler. Sultan İkinci Abdülhamîd Han 1876-1909 zamâninda Osmanli ülkesinde bulunan Edmondo da Amicis, Constantinople İstanbul 1883 adli eserinde söyle yazmaktadir "Pasasindan sokak saticisina kadar istisnâsiz her Türkte vakâr, agirbaslilik ve asillik ihtisami vardir. Hepsi derece farklari ile, ayni terbiyeyle yetistirilmislerdir. Kiyâfetleri farkli olmasa, İstanbul'da bir baska tabakanin oldugu belli degildir... İstanbul'un Türk halki, Avrupa'nin en nâzik ve kibar cemâatidir. En issiz sokaklarda bile bir yabanci için küçük bir hakârete ugrama tehlikesi yoktur. Namaz kilinirken bile bir Hiristiyan câmiye girip Müslüman ibâdetini seyredebilir. Size bakmazlar bile, küstahça bir bakis degil, sizinle ilgilenen mütecessis bir nazar dahi göremezsiniz. Kahkaha ve kadin sesi duyamazsiniz. Fuhusla ilgili en küçük bir tezâhüre sâhit olmak imkân disidir. Sokaklarda bir yerde birikmek, yolu tikamak, yüksek sesle konusmak, çarsida bir dükkâni lüzûmundan fazla isgâl etmek, ayip sayilir." & OT Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar.... Osmanlı Devleti'nde ilk şeyhülislam Molla Feneri Bursa tasavvufçusu Emir Sultan Matematikçidir ve astronomiyle ilgilenmiştir. Ay'ın haritasını çıkarmıştır. NASA tarafından ismi bir kratere verildi. Ali Kuşçu Matematikçidir. "Tezarruname" isimli eseri vardır. Sinan Paşa Coğrafyacı ve haritacıdır. "Kitab-ı Bahriye" isimli eseri vardır. Piri Reis "Miratül Memalik" isimli eseri vardır. Seydi Ali Reis Osmanlı Devleti'nde ilk rasathaneyi kurmuştur. Takiyüddün Mehmet Batı ile ilk ilişkileri kurmuştur. Hazerfan Hüseyin Çelebi Coğrafyacı ve matematikçidir. Minyatürleriyle ünlüdür. Matrakçı Nasuh Batılılar tarafından "Hacı Kalfa" ismiyle bilinir. Tarihçi ve coğrafyacıdır. "Cihannüma" isimli coğrafya eseri ve "Keşfüzünun" isimli bibliyografya eseri vardır. Katip Çelebi "Seyahatname" adlı eseri yazdı. Evliya Çelebi Kanat takıp uçan ilk insandır. Hazerfan Ahmet Çelebi İlk roketi ve ilk füzeyi yapıp kendini fırlatan adamdır. Lagari Hasan Çelebi "Mecelle" isimli Batı usulü kanunu hazırladı. "Kısası Enbiya", "Tarih-i Cevdet" diğer eserleridir. Ahmet Cevdet Paşa Osmanlı Devleti'nde en uzun süre şeyhülislamlık yapan isimdir. Ebussuud Efendi Fatih Sultan Mehmet'in hocasıdır. "Mikrep Görüşü" ile tanınır. Akşemseddin Lale Devri'nde yaşamıştır. "Muallim-i Salis" Üçüncü Öğretmen olarak bilinir. Yanyalı Esad Fatih Sultan Mehmet dönemi tıpçısı Altunizade Fermatoloji alanında çalışmalarla tanınır. "Kitabül Cerrahüyetil İlhaniye" ve "Mücerretname" adlı eserlerin yazarıdır. Sabuncuoğlu Şerafettin Osmanlı Devleti'ne özel matbaayı getirdi. İbrahim Müteferrika "Siham-ı Kaza" adlı eseri yazdı. Nefi "Hayriyye" ve "Hayrabat" adlı eserleri yazdı. Nabi Osmanlı Devleti'nde ilk vakayınüvis Halepli Mustafa Naima Osmanlı Devleti'nde son vakayınüvis Abdurrahman Şerefli "Avni" lakabıyla şiirler yazan padişah Fatih Sultan Mehmet "Selimi" mahlasıyla şiirler yazan padişah Yavuz Sultan Selim "Muhubbi" mahlasıyla şiirler yazan padişah Kanuni Sultan Süleyman "Adli" mahlasıyla şiir yazan padişahlar II. Bayezit II. Mahmud "Vesiletün Necat" isimli eserin yazarı Süleyman Çelebi Osmanlı Devleti'nde ilk matbaa ne zaman geldi? Lale Devri Osmanlı Devleti'nde ilk resmi gazete Takvim-i Vakayi Osmanlı Devleti'nde ilk yarı resmi gazete Ceride-i Havadis Osmanlı Devleti'nde ilk özel gazete Tercüman-ı Ahval Osmanlı Devleti'nde ilk resimli gazete Ayine-i Vatan Osmanlı Devleti'nde ilk dergi Mecmua-ı Fünun Vakayı Tıbbiye Osmanlı Devleti'nde ilk mizah dergisi Diyojen "Muhaderat", "Nisvan-ı İslam", "Şukufezar" eserlerinin yazarı Fatma Aliye Arapçanın güzel yazılmasıdır. Hafız Osman, Ahmed Karahisari, Şeyh Hamdullah temsilcileridir. Hat Sanatı Yıldızlama - süsleme sanatıdır. Bu sanatı uygulayana Müzehhip denir. Tezhip Bursa, İznik ve Kütahya ile özdeşleşmiş sanattır. Çini Osmanlı Devleti'nde resim sanatının yerini tutar. Matrakçı Nasuh, Nakkaş Osman, Nigari ve Levni önemli temsilcilerindendir. Minyatür Lale Devri'nin ünlü minyatür sanatçısıdır. Levni Su üzerine resim yapma sanatıdır. Ebru Cam sanatlarıdır. Vitray - Sırça Kitap ciltlerini yapan kişiye denir. Mücellit Ahşap işçiliği sanatıdır. Neccar Mardin ile özdeşleşmiş gümüş işleme sanatıdır. Telkari Alçı ve tavan süsleme sanatıdır. Malakari Sagah Tekbiri'ni besteleyen kişidir. Mustafa Buharızade Itri Mızıka-i Hümayun'u kurduran padişahtır. II. Mahmut Fatih Sultan Mehmet'in portresini yaşlandırarak çizen ünlü ressam Bellini "Gül Koklayan Fatih" resmini çizen ressam Sinan Paşa Devlet dairelerine resmini astıran ilk padişah II. Mahmut Osmanlı Devleti'nde heykelini yaptıran ilk ve tek padişahtır. Abdülaziz Osmanlı Devleti'nde resim sergisi açan ilk ressam Abdülaziz zamanında gerçekleşti. Şeker Ahmet Osmanlı Devleti'nde "Müzeciliğin Babası" olarak bilinir. Sanayi Nefise Mektebi'nin müdürlüğünü yapmıştır. "Kaplumbağa Terbiyecisi" adlı eseriyle de bilinir. Osman Hamdi Bey Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en pahalı tablosu Bu tabloyu çizen ressam Kuran Okuyan Kız Osman Hamdi Bey Osmanlı Devleti'nde müzecilikle ilgilenen kadın Semiha Hanım Darülbedayi Tiyatro Binası Darülelhan Müzük Okulu Hacı Özbek Cami Bursa Sarayı Yeşil Cami Yeşil Türbe Bu saydığımız eserler Osmanlı Devleti'nin hangi dönemine örnek gösterilebilir? Erken Dönem Mimarisi Mimar Sinan'ın çıraklık eseri Mimar Sinan'ın kalfalık eseri Mimar Sinan'ın ustalık eseri Mimar Sinan'ın bu eserleri hangi dönem içinde değerlendirilir? Şehzade Cami Süleymaniye Cami Selimiye Cami Klasik Dönem Nuruosmaniye Cami hangi dönem içinde değerlendirilir? Geç Dönem Osmanlı Devleti'nde en uzun süre saray olarak hizmet vermiş yapıdır. Topkapı Sarayı Dünyada ilk kalorifer sisteminin kullanıldığı yapıdır. İshakpaşa Sarayı Tanzimat Dönemi'nin yönetim merkezidir. Dünyanın üçüncü büyük avizesi bu sarayda bulunur. İlk mebus toplantısı bu sarayda yapılmıştır. Atatürk bu saraya "Milletin Sarayı" der. Dolmabahçe Sarayı Abdülaziz devrinde yaptırılan iki saray Beylerbeyi ve Çırağan Sarayı II. Abdülhamit zamanında yaptırılan ve denizle bağlantısı olmayan saraydır. Yıldız Sarayı Sultanahmet Cami'sinin mimarıdır. Sedefkar Mehmet Mostar Köprüsü'nün mimarıdır. Mimar Hayrettin Anıtkabir'in mimarlarıdır. Emin Onat Orhan Arda Osmanlı Devleti'nde tiyatronun kurucusu Güllü Agop Osmanlı Devleti'nde ilk Müslüman tiyatrocu kadın Afife Jale İlk Türk sivil uçak mühendisi Vecihi Hürkuş Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi kurucusu Selim Sırrı Tarcan Osmanlı Devleti'nin katıldığı ilk olimpiyat Temsilcilerimiz 1912 Stockholm Olimpiyatları Mıgırdiç Mıgıryan - Vahram Papazyan Yine de şahlanıyor aman Kolbaşının yandım da kır atı

osmanlı devleti dönemine ait sanat dalları